Bazen içimizdeki duyguları savurmak isteriz sağa sola… Bazen haykırmak isteriz. Sesimizi duyurmak zordur birçok zaman, her ne kadar haykırsak, bağırsak bile fayda etmeyebilir. İşte o anlardan bir tanesi ve içimden bağırmak, çağırmak ve saçmalamak geliyor. Her ne kadar mantığıma aykırı da olsa kalbimin sesini dinliyorum bu gece…
Bilmem ki? Belki de bu beni yazmaya iten sebeplerden biridir. Ne söyleyeceğimi, nasıl söyleyeceğimi hatta nasıl haykıracağımı bilmiyorum? Aklımdaki düşüncelerin kalbimdeki yansıması olacak bu kelimeler…
Her zamanki gibi sabit disklere byte byte kazıyorum düşüncelerimi.
Önceleri saçma da olsa kaleme kağıda yazardım. Günlük sayfalarını bitirmek için sonuna kadar yazıp, son sayfada rahatlardım. Şimdilerde ise ne kadar yazarsam yazayım sonu gelmeyecek sayfaların sonu gelmeyecek bir çok yazının başında olduğumu düşünüyorum.
Bir gün iş yerinde çay içerken, karlı bir havada araba sürerken, arkadaşlarınızla sırf eğlence olsun diye uçurumun kenarında yürürken…
Her an karşımıza çıkabiliyor.
Hele ki bir tanıdığınızı ona teslim etmek? Size yakın bir amcanızın, dayınızın onunla tanışması, haberini aldığınızda ise inkar ettiğiniz anlar olur ya… İşte o zamanlardan o saatlerden, o anlardan birkaçını yaşadım bu gece…
Çelişkiye düşersiniz, boşluğa bakar, bir köşeye sinersiniz. Anlayamazsınız ilk başta neler olduğunu kavrayamaz, kaçacak bir delik, avunmak için tutunacak bir dal ararsınız. Fakat nafile gelmiştir, yakalamıştır yakınlarınızı, dostlarınızı, sevdiklerinizi bir kere… Daha önce de kendisi ile tanışmışsınızdır. Ya babanızı elinizden tutup götürmüştür, ya annenizi. Ya da büyük babanızla, büyük annenizi, gözlerinizin önünde silip götürmüştür bu hayattan.
Sonra düşünmeye başlarsınız, gidenin arkasından. Üzülürsünüz, ağlarsınız, onunla yeteri kazar zaman geçiremediğinizi hissetmeye başlarsınız, belki de onu üzdüğünüzü, belki de kırdığınızı düşünüp kahrolursunuz saatlerce… Sonra bir pişmanlık başlar içinizde suçlu ararsınız ama suçlu yoktur ortada. Kim ne derse desin, kim suçlu olursa olsun kalbinizin bir köşesi sızlamaya başlar pişmanlıktan. Sanki gidişi, onunla tanışması sizin suçunuzmuş gibi?
Sevdiklerimin çoğu onunla tanıştı….
Ağlamaya, haykırmaya başlarsınız, pişmanlıktan boğulsanız da, ne kadar suçlu hissetseniz bile, acınıza hiçbir şey tepki vermez. Gözleriniz ıslanmaya başlar siz üzüldükçe, kahroldukça…
Aslında yaşamın bir karşıtı değildir onunla tanışmak… Yaşama karşın hep var olan, yaşamla beraber bir bütündür. Onunla tanışacağınız günü göze alarak yaşamak lazım. Çünkü er ya da geç sizinle de tanışacaktır bir gün.
Bazen de duyduğunuzda bayılır kalırsınız, ağlamaktan yutkunamaz, nefes alamazsınız. Eski eşyalarda ararsınız gidenlerin kokusunu, hatıralarını, eski zamanları düşünürsünüz saatlerce belki bir iki anı aklınıza gelir ve unutmak istemezsiniz onları. Çünkü gidenleri hatırlatan tek şey, o eşyalardır üzerilerindeki anılarıyla…
Kabullenmek her ne kadar zor da olsa, her an kapınızı çalabilir. Bir arabada, yolda, okulda, iş yerinde, spor yaparken, eğlenirken, gezerken ya da uyurken!
Sonra tüm tanıdıklarınız, dostlarınız ya da düşmanlarınız çıkagelir. Kaybolanların ardından teselliler gelir dikilir karşınıza. Üzülme, ağlama, bu kadar yıpratma kendini diye. Nafile, değil yüzlerce tanıdığınız, tüm dünya gelip nasihat etse yine de gözlerinizden sızan damlalara engel olamazlar.
İsyan boşuna arkadaş! Bu kadar insanı kaybettikten sonra isyanın bile boşuna olduğunu hissediyorsunuz. Hem neye isyan? Yaşamaya mı? Yoksa çevrenizdekilere mi? Ya da onca güzelliği ile sizi hiç bırakmayacakmış gibi saran bu dünyaya mı? Bir gün sıra bize de gelecek. Bu sefer de bizi sevenler düşünecek, pişman olacak, haykıracak, ağlayacak, üzülecek…
Düşünmek lazım, onunla tanışacağımız günü. Belki de bugünkü gibi birkaç sevdiğinizi birden yanında götürür, düşünmek lazım…Düşünerek yaşamak, onunla tanışacakmış gibi hissetmek!
Harika bir makale olmus 🙂