Özde blogger iletişiminden birçok kişi bahsetmiş, bu konuda eğitimler vermiş hatta bu konuyu anlatmaya da devam ediyor. Bugün sizlere blogger iletişimini anlatmayacağım. Bugün blogger iletişiminde canımı sıkan bir noktaya değinmek ve içimdekileri dökmek istiyorum…
Öncelikle şu soruya cevap verelim.
Blog nedir? Blogger kimdir?
Blog, İngilizce’deki “Web” ve “Log” kelimelerinden türetilen bir tanımdır. Web Log kavramı blog dünyası geliştikçe yaygınlaşmış sonrasında ise dilimize “Günlük” veya “Günce” olarak yerleşmiştir. Artık “web günlüğü” tanımı pek fazla kullanılmıyor. (*1)
Aslında dilimize yerleşen bu tanıma en başından beri karşıyım. Günlük denildiğinde akla gelen şey kilit altında tutulan, başkalarının okuması istenmeyen, yastık altında saklanan duygu ve düşüncelerimizi anlattığımız defterler akla gelir. Bunu Web Günlüğü yaparsak, kilit altında tutmamız ve hatta başkalarının okumaması ve web üzerinde yazmamız gerekiyor. Halbuki bloglar herkes okusun, herkes ulaşsın, herkes paylaşsın diye, duygu ve düşüncelerimizi haykırmak için var olmadı mı?
Gelelim Blogger Tarafına…
Blogger kavramı ise blog yazan kişiyi tanımlar. Peki bu arkadaşlar kimdir? İşsiz güçsüz adamlar işte…
Değil… Aslında işi gücü olan, mesaili olarak bir işte çalışan, sen ben gibi adamlardır.
Blogger olmak için bir eğitim almanıza gerek yok. Üniversite bitirmeniz gerekmiyor, editörünüz hiçbir zaman olmayacak, bir konu hakkında blog yazacaksanız uzman olmanız da gerekmiyor.
Söyledikleriniz, anlattıklarınızı eleştirecek tek kişi okuyucularınızdır. Doğru da olabilir, yanlışta! Sizi ödüllendirecek veya cezalandıracak tek yetkili kurum ise Google ve diğer arama motorlarıdır.
Kısacası blogger dediğimiz kişinin genelde çalıştığı ve para kazandığı mesaili bir işi vardır. Genelde diyorum çünkü Amerika ve Avrupa’nın aksine blogger olmak ülkemizde yeterli ilgiyi görmenizi sağlamıyor ve bu işten sabit bir gelir elde etmek çok zor!
Ha yok mu bu işin uzmanı olan? Yok mu sadece bu işi yapan? Elbette var, amma ve lakin küçücük bir azınlık! Tanıdığım blogger arkadaşlarımın büyük bir çoğunluğu çalışan ve sadece blog yazarak hayatını sürdüremiyor. Sadece blog üzerinden geçimini sağlayan benim bildiğim ve tanıdığım 3-5 kişi var.
Kısacası ev hanımı (*2) değilseniz, zengin değilseniz, benim gibi fakirin tekiyseniz 🙂 Mesaili haftada 5 gün veya 45+ saat çalıştığınız bir işiniz var demektir. Bu da ülkemiz şartları altında bloggerların çok büyük bir kısmında geçerli olan bir kavramdır.
İşte Sıkıntı Burada Başlıyor!
Yazdıklarımız Google ve diğer arama motorları sayesinde kalıcı! Benim 2006 yılında yazdığım bir yazı halen daha bir ayda 3.000 kişi tarafından okunuyor. Yazdıklarımız kalıcı olduğu gibi de etkileyici. Bugün bloglarda olmak istemeyen, 360 derece iletişim çalışmasında blogları es geçmeyen markalar az da olsa var. Onlar için önemli bir mecra! Yıllardır bloglarla iş birliği yapan, blogger iletişiminin önemli olduğunu söyleyen markalar ve dijital ajanslar var. Hatta bu ajans çalışanlarının ağzından düşürmediği cümlelerden bir tanesi “blogger iletişimi”dir.
[mavi]Kısacası bir iletişim çalışmasında televizyon, radyo, gazete, dergi olduğu gibi bloglar da yer alıyor. [/mavi]
Bu bağlamda bloglar birçok marka ve ajans için dijital iletişim stratejilerinde içinde önemli bir yere sahip. Özellikle de bazı markalar için daha avantajlı ve sosyal medyadaki birincil iletişim kanalının blog olması çok daha etkili olabiliyor.
Yemek, teknoloji ve moda blogları en çok ilgi gören bloglar arasında geliyor. Her ne kadar bugünün mikro blogları (Twitter, Instagram…) daha çok heyecan, daha çabuk etkileşim verse de, uzun süreli ve kalıcı bir etki için bloglar tercih ediliyor.
Ülkemizde de ciddi bir kitle hem blogları takip ediyor hem de kendi bloglarına sahip. Biraz daha profesyonel yaklaşıp daha fazla vakit ayıranlar ise bunun karşılığını mutlaka ama mutlaka bir şekilde alıyor. Az ya da çok burası ayrı bir tartışma konusu…
Blog yazarları da birer tüketici ve onların ürün ve markalarla ilgili düşünceleri diğer tüketicilere yön verebiliyor. Markalar da stratejilerini oluştururken blog yazarlarından fayda sağlamaya çalışıyor. Hatta Blogger iletişimini bir adım daha ileri götürerek, farklı kitlelere ulaşabilmeyi, farklı blogger’lara tanışıp ilişki geliştirebilmeyi, farklı konulara ve farklı konseptlere odaklanabilmeyi hedefleyebiliyorlar.
Bu sebeple markalar biz blog yazarlarını etkinliklerine davet ediyor, ürünlerini incelettiriyor, ücreti karşılığında ürün tanıtımları yaptırıyor, dijital kampanyalarında onlara yer veriyor, bloggerların hedef kitleleri ile markanın stratejilerini birleştiriyor…
Kısacası birçok iletişim veya pazarlama çalışması yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor.
Eyvallah, Peki Sıkıntı Nerede?
Bloglar çok önemli bir mecra! Mutlaka bloggerlarla birlikte olmamız lazım! Sözüm bu cümleleri kullananlara…
İyi güzel de arkadaşım, geleneksel medyada siz marka yöneticileri veya ajans çalışanları geleneksel mecralarla sıkı ilişkiler edinmek için hal hatır sorarken, olay blogger iletişimine geldiğinde…
…hangi marka yöneticisi hal hatır soruyor?
…hangi ajans yöneticisi veya sahibi hacı naber diyor?
Eşşek yükü ile geleneksel mecralara para döküyorsunuz! Halen daha gazete, dergi ve benzeri mecralarda yer almak için deli paralar akıtıyorsunuz! Sorarım size…
…hangi blogger sizin reklam verilecek mecralar arasında yer alıyor?
…yoksa siz halen daha sadece tanıdığınız kişilere mi ödeme yapıyorsunuz?
…ya da içerik üretmeyen, hedef kitleniz olmayan ancak tanıdığınız bloglara mı reklam veriyorsunuz?
…ya da sadece gelenekselcilerin (onlara laf yok, lafım burada sizlere) açtığı bloglar haricinde kalan biz bloglara reklam vermiyor musunuz?
Kafanıza sokmanız gerekiyor!
Hadi bunu da geçtim… Etkinliklere davet ediliyoruz eyvallah! Sağ olsunlar koca koca markalar koskoca ajanslar bizi düşünüp, etkinliklerine davet ediyorlar…O kadar masraf edip etkinlik düzenliyorsunuz. Adam yerine koyup çağırıyorsunuz ancak hiç mi kafanız basmıyor?
- Benim mesaili bir işim var!
Hafta içi, mesai saatleri sırasında gelemem arkadaşım. Onbir yıldır blog yazıyorum ve beleş blogger iletişim mecrasının bir adım ötesine geçemedim. Onbir yıldır beni etkinliğe çağıran firmaların büyük bir kısmı mesai saatleri içerisinde çağırdı. Ben ne yaptım? Sırf onlar bana değer verdi diye mesai saatlerimden çaldım. Patronlarımdan rica ettim, çoğu zaman da yıllık iznimden kullandım!
- Arkadaşım ben gazeteci değilim ki?
- Benim hayatımı idare etmek için paraya ihtiyacım var.
- Bu sebeple mesaili bir işten (blog harici) para kazanıyorum.
- Bloguma reklam(*3) da vermiyorsunuz? Beleş iletişim mecrası!
- Küçük hediyelerle arada gönlümüzü kazanmaya çalışıyorsunuz, eyvallah!
Yahu hiç mi kafanız basmıyor bu arkadaşları etkinliğe, davete çağıralım derken mesaili bir işimiz olduğunu? Biz bloggerlar işten izin aldık, patronlardan rica ettik, yıllık iznimizden kullandık.
Ancak siz markaları ve ajansları yalnız bırakmadık.
Birazcık da siz bizi düşünün? En azından etkinlik veya davete çağıracaksanız bunu 19:00 – 21:00 arası veya Cumartesi – Pazar günleri yapın!
Lazım olduğumuz zaman değil, arada bir hal hatır sorun!
Haksız mıyım?
Diğer bir nokta da şu, bir firma bizimle ajansı sayesinde iletişim kuruyor. İyi güzel, etkinlikler, bültenler vesaire, vesaire… Neyse sonrasında markanın ajansı değişiyor. Lan? Markadan 6 ay ses yok? Ajansından 6 ay ses yok? Yahu hani etkinlikti? Hani bültendi? Hani incelemeydi, hani biz önemliydik? Hani nerede kaldı?
Ajans değişti mi adamlar yüzünüze bile bakmıyor…
Eh yani birazcık da bizi düşünseniz?
(*1) Dmoz bu geleneği sürdürüyor.
(*2) Aslında onların da mesaili bir işleri var! Çocuk büyütmek, ev işlerini yapmak kolay iş mi?
(*3) Burada küçük bir not! Microsoft bir keresinde sadece bir aylık reklam vermişti. Sağ olsun orada tanıdığım üst düzey bir çalışan sayesinde…
Çok güzel bir nokta… Burada sorun medya planlama şirketleri blogları hala mecra olarak görmüyor. Sadece PR şirketleri bülten göndermenin dışında başka bir iletişim şekline yanaşmıyor. O yüzden haklı bir serzeniş. Aynı zamanda senin gibi düşünen bloglar bazı şeylerde hem tutarlı hem de birlik olursa. Alınacak yol daha kısalacaktır, diye düşinüyorum.
Ülke çapında hrm kişiler hem de kurumlar blogları bir medya gibi etkisini fark etmedikçe ve bloggerlar bu işi bu kalite de yapmak için çabasını sürdürmedikçe zor görünüyor Hamza abi.
Altına imzamı atarım. “Yav he he!”
Hamza abi eline sağlık çok güzel olmuş. Yani o kadar güzel anlatmışsın ki okurken kendimi gördüm. Blog yazmak çok güzel çok keyif verici; fakat gel gelelim bu kaynaklar nasıl oluşturacaksın dediğinde sıkıntı. Adam geliyor çok güzel blog, çok güzel site takip ediyorum eyvallah diyoruz lakin işte yazıyı şu kadar ücrete yayınlarım dediğimde naptın sen ne bu ya diyorlar. Oysaki o gelen parayla o takip ettiğin yazıdaki ürünler vs. ediniliyor onu düşünmüyor. O yazılar olmasa o kadar kitle oluşmasa sen niye reklma vermek isteyesin. Bunu düşünen adamlar maalesef çok az.
Ayrıca şu etkinlikte aynen katılıyorum. Etkinlik oluyor gelin buyurun diyorlar, kalıp mail ile davetiyeler! filan güzel de ben Ankara’dayım. Bir liste yapsan da bu adam 3-4 saatlik etkinlik için cebinden para verip tee İstanbul’a mı gelecek. Eee diyorsun ürünü gönderseniz tabi mabi kem küm sonra ses seda yok.
Biraz bizleri artık böyle farklı gözle bakmasalar, bu adamlara basma kalıp mailler ile ulaşmasak deseler ne kadar güzel olacak oysaki…
Çok güzel açıklamışsın hocam, eline sağlık.
Dediklerinize büyük ölçüde katılıyorum. Ancak muhalif olduğum bazı konular da yok değil. Örneğin ülkemizde blogerlar para kazanamıyor diyoruz. Haklısınız, kazanamıyorlar. Ancak bu blgerlardan kaçı gerçekten bu işe emek verip hayatını bu işten kazanmak için yapıyorlar. Sanal alem bir sürü çevresince ve yaşıtlarınca popüler olmaya çalışan sözüm ona blogerlar ile dolmuş durumda. Bunları da düşünerek neden gerçek blogerlar para kazanamıyor daha iyi anlayabiliriz bence. Her Reklomastik web sitesi açan kendini bloger olarak görür, bu işe soyunursa gerçekten bu işi hakkıyla yapanların da ismi lekelenir.Acı ama gerçek…