Yazımın altıncı bölümü ile karşınızdayım. Umarım bu bölüme kadar sıkılmadan okunmuştur. Son iki bölüme geldik diyebilirim…
Sonuç olarak mahkemeler bilgi alamıyor ve ceza olarak kapatma kararları uygulanıyor!
Bu ne kadar gerçekçi?
Şimdi “yahu Hamza bari sen yapma” diyeceksiniz. Haklısınız da, gündemdeki olayları göz önüne aldığımız zaman Twitter’ın kapatılması ve ardından Youtube ile kapatmalara devam etmemiz, hele ki seçimlere üç beş gün kalmış bir zamana denk gelmesi… Hadi onu da geçtim, üst düzey bir toplantının ses kaydının Youtube’da yayınlanması…
Düşündürücü, insan şüphe ediyor be kardeşim! İnsan bu tesadüfe hayret ediyor işte… 🙂
Kısacası olayın siyasi tarafına girmek istemiyorum…
İnternet Üst Kurulu Başkanı Sayın Serhat Özeren, yabancı İnternet sitelerinin Türkiye’de ofis açması konusunda görüşmelerin birkaç yıldır devam ettiğini belirtmişti.
Şu soruyu sormak lazım!
Bu bir çözüm mü? Ya da şöyle düşünelim… Twitter Türkiye’de ofis açmak zorunda mı? Elbette ki Twitter’ı en çok kullanan ülkeler arasında yer alıyoruz. Onların gözünde (kullanıcıların değeri) değerimiz yüksek, sırtımızdan tonlarca para kazanıyorlar (birazdan bu konuya da değineceğim)…
Fakat onları ofis açmaya itmek? Ne kadar çözüm olacak? Hani sinirlendiğimiz zaman ofislerini mi basacağız?
Bu tür bilgi paylaşımlarını ve ilişkileri sağlamak için elbette ki Türkiye’de ofis açmaları büyük bir avantaj olacaktır. En azından ülkemizdeki hassasiyetlere ne kadar önem verildiğini görebilirler. Bu yüzden ülkemizde ofis açmalarını istiyorum.
Fakat Twitter’ın Türkiye’de, hele ki “kişisel bilgiler” ve diğer birçok noktada anlaşamazken, ofis açmasını beklemek pek mantıklı gelmiyor…
Mahkemeler bu süreçte çok şey öğrendi…
İnternet medyası ile ilgili hukuksal sorunların, mahkemelere de çok şey öğrettiğini söyleyebiliriz. Mesela bir siteyi kapatırken milyonlarca Türk vatandaşını cezalandırdıklarını öğrendiler. Yasaklamanın bir çözüm olmadığını öğrendiler! Youtube gibi İnternet siteleri üzerinden ticaret yapan, para kazanan, girişim kurup dünyaya açılan insanlar olduğunu ve suçlu yerine onlara büyük ceza verdiklerini öğrendiler…
Bir örnek de Ulu Önder Atatürk’den…
Anlaşamadığımız hususlardan bir tanesi de Atatürk konusu olarak karşımıza geliyor. Atatürk, bizim milli bir hassasiyetimizdir. Bu konuda hakaret düşünülecek bir şey değil. Birisi Atatürk’e hakaret ediyorsa, cezalandırılmalıdır. Mahkemeler bu konuda çaresiz kalamaz! Fakat Atatürk’e, adamın biri hakaret edip Youtube’da yayınladığı zaman…
Youtube olmaz diyor! Çünkü onlar için Atatürk’e hakaret suç değil!
Hatırlarsanız geçmiş yıllarda benzer saldırılar gördük! Ne yaptık? Youtube buna suç değil dediği için, gidip arka bir yol bulduk. Atatürk’ün görüntü ve sesinin telif haklarını alarak, “bu videolar telif hakkına sahiptir! Atatürk’ün görüntülerini paylaşmışlar, telif hakları bizde kaldırın!”
Adamlar da kaldırdılar…
Kısacası mahkemeler çok şey öğrendi. Bir sürü avukat yetişti! Bilişimden anlayan, hack nedir bilen, siber suçlarla mücadelenin yollarını öğrenen uzmanlar yetişiyor!
Kısacası mahkemeler ve avukatlar öğreniyor! Bizim devlet tarafında da Avrupa Siber Suçlar Sözleşmesini kanunlarımıza bir şekilde uyarlamamız gerekiyor!
Sözleşme, başlıca olarak telif haklarının ihlalleri, bilgisayarlarla ilgili sahtekarlıklar (kredi kartı suçları gibi), çocuk pornografisi, ağ güvenliği gibi suçları tanımlıyor.
7 gün 24 saat boyunca bu anlaşılan ülkeler ile “iletişim” kurulması gerekiyor! Evet, bu ülkelerin bilgi alışverişleri için böyle bir merkez kurulması zorunluluğu gerekli! Kısacası bir suç işlendiği zaman, elektronik ortamda delil toplanması ve en kısa sürede yardım sağlanması için bir merkez oluşturmak lazım!
“Avrupa Siber Suç Sözleşmesi”
Okuduğum kadarı ile 39’u Avrupa Konseyi olmak üzere toplamda 43 ülke bu sözleşmeyi imzaladı.
Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Belçika, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Ermenistan, Hırvatistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İzlanda, İrlanda, İtalya, Litvanya, Liechtenstein, Litvanya, Lüksemburg, Malta, Moldovya, Karadağ, Hollanda, Norveç, Portekiz, Romanya, Sırbistan, Slovakya, Slovenya, İspanya, İsveç, İsviçre, Makedonya, Ukrayna, Kanada, Japonya, Güney Afrika, Amerika ve İngiltere… şeklinde imzalayan ülkeleri görüyoruz.
Yalnız düne kadar Türkiye’nin resmi olarak tanımadığı Ermenistan ve Kıbrıs Rum Kesimi‘de bu sözleşmeyi imzalayan ülkeler arasında yer alıyor.